İstanbul Comics & Art Festival Nasıl Doğdu?
X kuşağının bir ferdi olarak; ailemle Almanya'da yaşarken, ilkokula başlamak üzere Ankara'ya, anneannemin ve dayımın birlikte yaşadıkları Emek Mahallesine taşındım. Henüz okumayı bilmiyorken evdeki en önemli uğraşlarım dayımın renkli dergileri, ciltlenmiş Hayat dergileri ve Cumhuriyet ansiklopedisiydi. Malum TV o zamanlar sadece akşam yayın yapan tek kanallı bir kutuydu. Kısacası her şey görsellerle başladı. Mahallenin güçlü, parkalı ve liseli genç abileriyse ellerinde boya kutuları ile polis görmeden duvarlara sloganlar yazıyorlardı. Evdekilere soruyordum orada ne yazdığını. Onların söyledikleri ile diğer gördüklerimi görsel ile eşleyerek çözmeye başlamıştım. Otobüsle gidip gelirken her yeri, her kelimeyi soruyordum. Görsel ve harfleri işlemeye başlamıştım. İşte o dönemde Arı sinemasına ilk kez gidip büyülenmiştim. Arılar Pastanesi, Yüksek Pastanesi derken İlkokula başladım ve okuma ve yazmayı hızlı bir şekilde çözdüm.
Bu bana dönemin politik yoğunluğu doğrultusunda, evlerde ya da merdiven altı ufak atölyelerde basılan dergileri kurcalama fırsatı sundu. Bunu fark eden dayım bana her 15 günde bir Bahçelievler Son Durak, 25. Sokak, 8. Cadde, 7. Cadde'deki kitap almaya başladı. Başkan Yayınlarının kitapları ve özellikle Langelot serileri beni benden alıyordu. İsviçreli Robinsonlar ise en az onar kez okunarak hayal dünyamı renklendirdiği kuşkusuztur. Anneannemin fotoromanları sıkıcı ama görsel olarak çok güzeldi. Konu genelde aşk olunca, benim heyecan verici bulduğum fotoroman sayısı az olmuştur.
İşte tam da aynı dönemde, büyük dayımın evlerine gidip gelirken, kuzenlerimin çizgi romanlarını keşfettim. Teksas, Tommiks, Mister No, Kızıl Maske, Kaptan Swing, Jeriko, Conan, Zagor, Teksas, Alaska, Vampirella, Yüzbaşı Volkan, Flash Gordon, Mandrake, Tombraks, Zembla girdi yaşamıma. İki divanın altında yüzlerce çizgi roman vardı. Evden çıkarmama izin yoktu ama onlara gidip okumama izin vardı. Bu tarz çizgi romanların Ülkemizdeki genel ismi ise "Teksas-Tommiks" olarak geçiyordu. Vampirella'ya aşık olmuştum galiba, Mister No olmayı hep çok istemiştim, Kaptan Swing, Tommiks ve tüm kankaları çok keyifliydi. Kızılmaske'nin gerek kurukafa mağarası gerek vurunca imzasını bırakan yüzüğü ise çok havalıydı. Bu arada sokaklarda ufakların mahalle savaşları, cıv cıvalar, tüf tüfler uçuşurken, büyükler ise birbirlerine gerçek silahlar ile pusular kurmaktaydılar.Kalaycıları seyretmek, su kamyonuna asılmak, tornet imal etmek dışında, çizgi roman takası yapmak en büyük tutkum olmuştu. Gazetelerin fotoromanlarıyla başlayıp, bant çizgi romanlarıyla devam eden inanılmaz olayları vardı. Çarşaf Dergisi bambaşka bir efsaneydi.
Sonra yıllar geçti, ben çizgi romanı hiç bırakmadım. Saint Michel'de okuduğum dönem sonrası ilk kez frankofon çizgi romanlar ile tanıştım. Erkek lisesi yıllarımda ise yetişkinler için olan çizgi romanlar ile her şey çizgi odağında gelişti. Doğal olarak sarı mizah dergileri yoğun bir şekilde yaşamımıza girdi. Her hafta o günü iple çekip, yeni sayıyı alıp, yanında simit ile vapurda sessiz bir köşede okunan Tır Tır, Fırt, Leman, Hıbır, Limon, Pişmiş Kelle dergileri. Çok karalardım, çok da severdim çizmeyi ama hep bana özel kaldı karalamak.Sinemadan ise asla vazgeçmedim. Kaç yaşında olursam olayım çizgi filmlerden de.
2005 ve 2007 yıllarında doğan oğullarıma okumayı sevdirmek adına eşimle çizgi romanlara yöneldik ve başarılı olduk. Her gece uyumadan okumaya başladılar.
2015 yılında bir soru düştü aklıma. "Çizgi roman okuyan başka kimler var?" Oğullarımın basket antrenmanlarında, beklerken çizgi roman okuyan babalara denk geldim. Otobüste, vapurda, kumsalda, parkta okuyanları gördüm. Gözümü açınca görmeye başladım. İstanbul'un 1980'ler sonrası başlayan renksiz betonlaşma öyküsüne renkli birer imza bırakan rengarenk grafiti sanatçılarını birey olarak merak etmeye ve tanımaya karar verdim. Animelerin giderek artan temposu ve Mad Max'lere, Star Wars'lara uzanan tutkulu bekleyişler. Hatta sonraki yıllar Game of Thrones, The Lord of Rings ile teknolojinin tüm gücünün görselliğe geçişi. Bir sabah, ekip arkadaşlarımla bir fikir paylaştım. Çizgi roman ve çizgiye dair tüm sanatların bir araya geleceği bir festival yapmalıyız. Aslında kendi içimdeki soru şuydu; "Kaç kişiyiz gerçekten?"
İstanbul Comics & Art Festivali, bugün Türkiye'nin kendi alanındaki tek festival olarak devam etmekte. İlk günden bugüne destek verenler, çizenler, tasarlayanlar, emek verenler ve gönülden sevenler ile yolculuk devam ediyor.
İlk 5 yıl;
Çizgi romanlar / Sahaflar, Çizgi Roman Dükkanları, Yayıncılar,
Yerli ve Yabancı Grafitti Sanatçıları,
Kısa Metraj Ödüllü Anime Filmler ve Animasyon gösterimleri,
Sarı Mizah Dergileri ve Düzenli Yayın yapan Dergiler,
Fanzinciler
Karikatüristlerden Tasarımcılara, çizgiye eli yatkın herkese ev sahipliği yaptık.
Seminerler, çizim atölyeleri düzenledik. Arada destekçilerimiz sayesinde konserlerimiz bile oldu.
2016 - 2017 - 2018, Saint Joseph Mezunlar Derneği, Club Quartier Moda ve All Saint Moda Kilisesi desteği ile Kadıköy Moda bandındaydı festival. 2018 yılında ise Ankara'da ACAF ismiyle harika bir festival gerçekleşti. 2019 yılında Ortaköy Feriye Sarayı, Ortaköy Yetimhanesi, Kethüda Hamamı ve Beşiktaş Belediyesinin desteği ile bu mekanlarda festival hayat buldu. 2020 yılında dijital yayın ve sohbetler ile pandemi sebebiyle instagram üzerinden canlı yayınlar ile evlere misafir olduk.
2021 ve 2023 yıllarında Müze Gazhane desteği ile Hasanpaşa'ya geldi festival ve İCAF'a yeni kategoriler eklendi, dijital tasarım, NFT, "telif, sanat ve blockchain" konuşmaya başladık.
Biz üretmeye, yaratmaya, buluşturmaya ve organize etmeye devam ediyor olacağız. ICAF'da gönüllü olmak, eserleri ve fikirleri ile destek vermek isteyenlere kapılarımız her daim açık.
"HER ŞEY ÇİZGİNİN GÜCÜ ADINA"
Sevgilerimle,
Alper Sesli